Diyabetik Retinopati (DR), hasta popülasyonunda görme kaybı ve körlüğün birincil nedeni olan diyabetin oftalmolojik bir komplikasyonudur. DR, İspanya’nın Katalonya bölgesinde sık görülen mikroanjiyopatik bir komplikasyondur. Diyabet, obezite ve yaşlanan nüfusun artması nedeniyle görülme sıklığının artması beklenmektedir. Bu nedenle, beslenme tedavisi diyabet yönetiminin ayrılmaz bir parçasıdır ve geç diyabet komplikasyonlarının önlenmesine yardımcı olabilir. Kafein (1,3,7-trimetil ksantin) sağlık için önemli olan aktif bir gıda bileşenidir. Başlıca kafein kaynakları arasında çay, kahve, enerji içecekleri, kola, çikolata, alkollü içecekler ve sakız gibi diğer bazı gıda ürünleri yer almaktadır. Kahve, dünya genelinde genel nüfusun çoğu tarafından günlük olarak alınan en zengin kafein kaynağıdır. Birçok çalışma, iki ila üç fincan kahve tüketiminin tip 2 diyabet (T2D) ve kardiyovasküler hastalıkların görülme sıklığını azaltabileceğini bildirmiştir.
Bununla birlikte, yakın zamanda yapılan bir inceleme, DR (Diyabetik Retinopati) ve kafein arasındaki ilişkinin belirsizliğini koruduğunu göstermiştir. Örneğin, günde iki fincandan fazla kahve içmenin T2D’li kişilerde DR prevalansı ile ters orantılı olduğu bildirilmiştir. Başka bir çalışma, günlük kafein tüketiminin kardiyovasküler sorun riski yüksek olan yetişkinlerde retinal mikrovaskülatürü değiştirebileceğini gösterirken, farklı bir çalışma diyabetik maküler ödemin hücresel modelinde kafeinin kan-retina bariyeri üzerinde koruyucu bir etkisi olduğunu bildirmiştir. Bununla birlikte, az sayıda çalışma da yeşil çayın, diyabetik farelerin retinası üzerinde nöroprotektif bir etkisi olduğunu bildirmiştir. Nutrients dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma, başka geç diyabetik komplikasyonları olmayan T2D hastalarında kafein alımı ile DR riski arasındaki ilişkiyi ele alıyor. Kafeinin etkisi deneysel bir diyabetik model kullanılarak değerlendirilmiştir.
Mevcut çalışmaya 144 DR’li T2D hastası ve DR’si olmayan 147 T2D hastası katılmıştır. Katılımcılar, Mart 2010 ile Ocak 2013 tarihleri arasında İspanya’nın Lleida kentindeki Arnau de Vilanova Üniversite Hastanesi’nde DR tarama ve tedavi programı kapsamında işe alınmıştır. Tüm katılımcılardan cinsiyet, yaş, kendi bildirdikleri etnik grup, fiziksel aktivite, sigara alışkanlığı, kan basıncı, eğitim düzeyi, glikolize hemoglobin (HbA1c), antihipertansif ve lipid düşürücü ilaçlar hakkında bilgi alınmıştır. Antidiyabetik tedaviler ve diyabet süresi ile ilgili veriler de elde edilmiştir. Tüm katılımcılardan 12 saatlik açlığın ardından kan ve idrar örnekleri toplanmıştır. Gıda ve besin maddelerinin olağan alımını değerlendirmek için onaylanmış 101 maddelik yarı kantitatif bir gıda sıklığı anketi (FFQ) kullanılmış, ardından kafein alımı hesaplanmıştır. Deneysel diyabetik modelde, ‘db/db’ erkek farelere ve diyabetik olmayan kontrol erkek farelere (db/+) kafein veya araç göz damlası uygulanmıştır. Kafein veya araç göz damlaları farelere iki hafta boyunca her bir göze günde iki kez uygulanmıştır.
Fareler ötenazi edildikten sonra, her iki tedavinin neden olduğu nörovasküler hasarın boyutunu değerlendirmek için fare retinaları glial fibriler asidik protein (GFAP) için boyandı. Ayrıca, retinalardan sızan albümin miktarını ölçerek retinal vaskülatürün geçirgenliğini belirlemek için ‘Evans’ mavisi yöntemi kullanılmıştır. DR’li bireyler daha yaşlı, daha geniş bel çevresine sahip, daha yüksek hipertansiyon sıklığı, daha yüksek sistolik kan basıncı, daha yüksek glikolize hemoglobin (HbA1c) seviyeleri, daha uzun diyabet süresi, daha yüksek yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol (HDL-c) seviyeleri ve daha düşük eğitim seviyelerine sahipti. En az kafein tüketen T2D hastaları DR’den daha sık etkilenmiştir. Bununla birlikte, kahve ve çay tüketimi ile DR prevalansı arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir. Bununla birlikte, diyabet süresi, HbA1c (glikolize hemoglobin) ve hipertansiyon daha yüksek DR riski ile ilişkilendirilmiştir.
Kontrol farelerine kıyasla kafein uygulanan db/db farelerinde kan glukoz konsantrasyonlarında ve vücut ağırlığında bir fark gözlenmemiştir. Histolojik inceleme, GFAP ekspresyonunun diyabetik farelere kıyasla diyabetik olmayan farelerde retinal ganglion hücre tabakasıyla sınırlı olduğunu ortaya koymuştur ki bu beklenen bir durumdur. Özellikle, kafein alan fareler GFAP (glial fibriler asidik protein) ekspresyonunda herhangi bir artış göstermemiştir, bu da reaktif gliozisin kafeine maruz kalmanın bir sonucu olarak artmadığını göstermektedir. Diyabetik olmayan fareler, araçla tedavi edilen diyabetik farelere kıyasla daha az albümin sızıntısı sergilemiştir. Albümin sızıntısı kafeinle tedavi edilen diyabetik farelerde araçla tedavi edilenlere göre daha düşük olmasına rağmen, bu fark önemsizdi. Çalışma bulguları, orta ve yüksek düzeyde kafein alımının diyabetli kişilerde DR gelişimine karşı koruma sağladığını göstermektedir.
Bununla birlikte, bu fark kahve ve çay içenler karşılaştırıldığında tekrarlanmamıştır; bu da bu içeceklerde bulunan ve DR’ye karşı bir dereceye kadar koruma sağlayabilecek farklı antioksidan bileşiklere bağlanabilir. Ayrıca, mevcut çalışmadan elde edilen ‘in vivo’ sonuçlar kafeinin retina üzerinde herhangi bir etkisi olduğunu göstermemiştir. Kafein alımının olası faydalarını çay ve kahvede bulunan diğer bileşiklerin bu etkilere nasıl katkıda bulunabileceğini anlamak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. T2D’li kişilerde DR gelişiminden sorumlu potansiyel mekanizmalar hakkında ek araştırmalar da gereklidir. Mevcut çalışma, kafein alımı ile DR gelişimi arasında bir ilişki kuramamıştır. İkinci bir sınırlama, insan çalışmasındaki küçük örneklem büyüklüğünden kaynaklanmıştır. Son olarak, kafeinli içeceklerdeki diğer bileşiklerin varlığı analiz edilmemiştir.