Renklerle dolu bir dünyada mavi, yeşil ya da kırmızının tonlarını kolaylıkla ayırt edebildiğimizi kabul etmek çok kolay. Peki ya konuştuğumuz dil, bu renkleri ayırt etme hızımızı artırıyor ya da yavaşlatıyorsa? Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi (NTNU) ve Oslo Üniversitesi tarafından yürütülen çığır açıcı bir çalışma bu soruya yanıt aradı. 2024’te yayınlanan bulgular, dilin sadece etrafımızdaki dünyayı tanımlamakla kalmadığını, gördüğümüz renklere varıncaya kadar onu algılayışımızı temelden şekillendirdiğini ortaya koyuyor. Ana dili Litvanca, Norveççe olan ya da her iki dili de bilen 106 katılımcının yer aldığı araştırma, dilsel farklılıkların insanların benzer renkler arasında ayrım yapma hızını nasıl etkileyebileceğini araştırdı. Deney aldatıcı bir şekilde basitti. Katılımcılardan, belirli bir süre içinde açıktan koyuya değişen mavi renk çip çiftlerini ayırt etmeleri istendi. Karmaşıklığı artırmak için bazı denemelerde katılımcıların görevi yerine getirirken bir dizi rakamı ezberlemeleri gerekiyordu. Araştırmacıların bulduğu sonuç çarpıcıydı. Hem Litvanca hem de Norveççe konuşan iki dilli katılımcılar, mavi için iki farklı kelimeye sahip bir dil olan Litvanca düşünürken renk varyasyonlarını tanımlamada daha hızlıydı. Açık mavi için “Zydra” ve koyu mavi için “Melyna”. Buna karşılık, her iki renk tonu için tek bir kelimeye, “Bla”ya sahip olan Norveççe aynı hız avantajını sağlayamadı. Bu dilsel ayrım, iki dilli katılımcılara Litvanca sayıları ezberleme görevi verildiğinde bile, renkleri hızlı bir şekilde tanımlama becerilerinin üstün kaldığı anlamına geliyordu.
NTNU’dan dilbilimci Mila Vulchanova, bu bulguların dil ve biliş arasındaki dinamik ilişkinin altını çizdiğini belirtiyor. “Çalışmamız, konuştuğumuz dilin bilişsel kategorileri harekete geçirebildiğini ve etkileyebildiğini gösteriyor. Bu sadece tek yönlü bir yol değil; bilişsel mekanizmalar ve kategoriler de kullandığımız dili etkiliyor.” dedi. NTNU’da eski bir araştırmacı olan ve şu anda Londra Northeastern Üniversitesi’nde bilgisayar bilimcisi olarak çalışan Akvile Sinkeviciute, bu sonuçların dilin en temel bilişsel süreçler üzerindeki derin etkisini vurguladığını ekliyor. “İki dilli bireyler için, düşündükleri dil, nesnelerin rengine kadar bilgiyi nasıl algıladıklarını ve işlediklerini önemli ölçüde değiştirebilir.” ifadelerini kullandı. Bu araştırma sadece renk algısıyla ilgili değil; dilin dünyaya dair genel deneyimimizi nasıl şekillendirdiğine dair daha geniş kapsamlı sorulara da kapı aralıyor. Kullandığımız kelimeler görsel algımızı değiştirebiliyorsa, konuştuğumuz dil, gerçekliğimizin başka hangi yönlerini etkiliyor olabilir? Duygusal deneyimlerimiz, hafızamızı hatırlamamız ve hatta zaman algımız, düşündüğümüz ve konuştuğumuz dil tarafından ince bir şekilde şekillendiriliyor olabilir mi? Dilin düşünceyi şekillendirebileceği fikri yeni değil; dilbilimcilerin ve bilişsel bilimcilerin onlarca yıldır tartıştığı bir kavram. Ancak bu çalışma, dilin etkilerinin soyut fikirlerin ötesine ve duyusal algı alanına uzandığına dair somut kanıtlar sunuyor. Seçtiğimiz kelimelerin ve öğrendiğimiz dillerin iletişim kurmaktan çok daha fazlasını yaptığını, içinde yaşadığımız dünyayı oluşturmaya yardımcı olduğunu hatırlatıyor. Çok dilliliğin giderek yaygınlaştığı, zaman geçtikçe küreselleşen bir dünyaya doğru ilerlerken, NTNU ve Oslo Üniversitesi’nde yapılan bu tür çalışmalar yeni bir önem kazanıyor. Yeni diller öğrenerek sadece kendimizi ifade etmek için yeni yollar kazanmakla kalmayıp, aynı zamanda algısal ufkumuzu hiç hayal etmediğimiz şekillerde genişletebileceğimizi öne sürüyorlar. Bir dahaki sefere kendinizi, bir gün batımına hayranlıkla bakarken bulduğunuzda, onu tanımlamak için kullandığınız kelimeleri düşünün. Gördüklerinizi şekillendiriyor olabilirler.