Çok uzun zaman değil aslında. Akıllı cihazımızda, hakkında konuştuğumuz bir ürün veya hizmetin reklamı çıkıyordu ki hâlâ çıkıyor. Bazıları bu olayı kendine doğru yontarak ”olağanüstü bir güç” gibi lanse ediyordu. Daha da abartanlar vardı. Sonra insanlar, bırakın medyumculuk oynamayı bu işte bir iş var dedi. Dinleniyorduk. Evet bayağı bayağı dinliyorlardı bizi. Süper bir pazarlama stratejisiydi bu. Herhangi bir ürün veya hizmetten bahsederken 15-20 dakika sonra bahsedilen ürün veya hizmete ait herhangi bir firmanın reklamı akıllı cihazlarımızdaki yerini alıyordu. Cem Yılmaz’ın gösterisinde rahmetli Ahmet Mete Işıkara için söylediği gibi; ”1 ay sonra sonra seksi erkek seçtik Deprem Dede’yi.” Aynı buna benzer bir olay gibi, böylesine muhteşem teknolojik bir pazarlama stratejisi ile dalga geçmeye başladık. Aile veya arkadaşlar arasında geyik muhabbetler başladı konuyla ilgili. ”Bakın şimdi ‘dambıl’ diyeceğim ve egzersiz aletleri karşıma çıkacak” dedikten sonra sık sık telefonları kontrol ettik. Maytap geçtik yani. Her neyse, kapitalizmde; ‘bir şey ücretsiz ise, ücret bizzat sizsiniz’ diye bir tabir var ya, aslında bu tabiri de pek sallamadık. Çünkü, akşama dizinin kalan en heyecanlı yerinden devam edecek olan yeni bölüm vardı. Tablet ve akıllı telefonlara alışmıştık artık. Peki ya TV’ler? Onlar da akıllı cihaz değiller mi? İnternete de bağlılar 7/24. Pazarlama stratejisini, tütsü gibi tüm hane halkına entegre etmek için müthiş bir seçenek. Akıllı ve internete bağlı TV’lerde, bazen karşımıza alt bant veya ekranın dört bir yanını kaplayan şıkır şıkır reklamlar bize ‘merhaba ben burdayım’ diyor. Kapatmak için kumandanızdan kırmızı düğmeye, incelemek için yeşil düğmeye basın falan filan… Bu tür reklamlar, TV programından bağımsız olarak kanalın değerli izleyicilerine sunuluyor. Bilmeyenler için…
Artık spor karşılaşmalarında saha veya yarış alanı kenarındaki reklam panoları herkes için aynı olmuyor. Bu sistem, çok uzun bir süreden beri olmasa da hatırı sayılır bir vakittir kullanılıyor. Euro 2020 mesela. Genellikle ülkelere bölüyorlar reklam gösterimlerini. Çoğunlukla Formula 1’de şahit olduğumuz ancak ağır ağır tüm spor müsabakalarında uygulanmaya başlanan ‘sanal reklamcılık’, sponsor markaların daha fazla hedef kitleye erişmesini sağlıyor. Birkaç meraklı ve dikkatli kullanıcının değişik ülkelerdeki canlı yayınların aynı saniyesinde ve aynı maç sırasında saha kenarı reklam panolarındaki farklı reklam sunumlarını görmesi, bu sistemin farkedilmesini sağladı. Sosyal ağlarda da bunun ne anlama geldiği, nasıl yapıldığına ilişkin tartışmalar ve açıklamalar aldı başını gitti. Geçtiğimiz yıllarda özellikle Avrupa ve ABD’de kullanılan bu reklam teknolojisi giderek yayılmaya başlıyor. Öyle anlaşılıyor ki zenginler, markalarını gözümüze sokmak için daha fazla yol bulacaklar. Yine birkaç dikkatli garibanın farketmesine göre, oda içinde bahsedilen bir ürünün anında sıradaki reklamda çıkması. Tamam dinleniyoruz sıkıntı yok. Peki uydu yayınından gelen bir reklam, özellikle bahsedildikten sonra ilgili evde çıkması? Hem de bir kere de değil. Günün farklı zamanlarında 4 kez. Eğer dinlenme üzerine bir reklam stratejisi uyguluyorsa bu kanal patronları, demek ki her haneye farklı sistem uyguluyor. Yani kanallarda gördüğünüz her reklam tüm ülkeye gösterilmiyor olabilir. Sizi çok sevdikleri için size özel bir tanıtım kampanyası hazırlamış olabilir bu zengin ton ton amcalar. Aslında bana da bir kez denk geldi geçen akşam sekiz sularında. Eğer böyle bir şey yoksa bile, bu makaleyi okuyan zengin ve ton ton patronlara fikir olur. Fikir babası olarak komisyonumuzu alırız. Akıllı cihazlarımıza gönderilen reklamları, düşüncelerimizi okuyarak karşımıza çıkarmalarına bulaşmıyorum henüz. Size de olmuştur hadi hadi… Aklınızdan geçen bir ürün veya marka, telefonda gezinirken bir kere de olsun karşınıza çıkmıştır. Henüz çıkmadıysa derhal düşünmeyi bırakın.